Marşa Mira – Barış Yürüyüşü
Marş Mira yürüyüşü nedir? ne anlama geliyor? sorularını kendi tecrübem, azıcık bilgim ve daha çok da hissettiklerimden ilhamla özgür bir uslupla anlatmaya çalışacağım. Kanımca bu yürüyüş; geçmiş bir travmanın kötü çağrışımlarını iyileriyle değiştirme ya da güzel olanda ısrar ederek kötüye imkan vermeme çabasıdır. Savaş ve ölüm karşıtlığını isminde ve uygulamasında sembolize eden barış yanlısı oldukça hümanist bir eylemdir. Ölmeden önce yapılması gerekenler listesinde ilk sıraları hak eden insani ödevlerden sayılabilir. Arkasında her insanın su gibi ihtiyaç duyacağı tüm insanların buluşup beraber yürümesi gereken değerleri ve “esarete karşın özgürlük”, “korkuya karşın güven”, “savaşa karşın barış” gibi tüm temel mottoları barındırıyor.
Gündelik kaygılarından uzaklaşıp bu tecrübeyi yaşayanların ruh ve zihin dünyaları bir yerde aynı anlamlı sinyali veriyor olmalı.
O frekansı anlatmak muhtemelen en güç işlerden biridir. Bu uzun ve zorlu yolculuğa katılabilmek herşeyden önce ahlaki bir ayrıcalıktır.
Yaşadığımız ve yorulduğumuz hayatın karmaşık ilişkilerinden sıyrılıp manevi bir hicreti andıran bu yürüyüşe katılarak hayatımıza anlamlı bir parantez veya yeni bir sayfa açma potansiyeli sağlayabiliriz.
Yürürken mevcut kirlerden kaçma çabası mı daha baskın yoksa yeni ve temiz olana ulaşma hali mi bilemiyorum. Kişiye göre değişebilir. Sonuçta bu yolculuk; insanın en temel ihtiyaçlarıyla fiziken zorlanmalarının ruhi tekamüle kapı açmasının karmaşık hikayesi bence.
Nefsi tuş edip ruhen ve bedenen bir saygınlığa kavuşmak bu yolculuğun semerelerinden olabilir ya da katılmak ve varlığını göstermenin hazzıyla hayata katlanabilmenin bir yolu da bu yolculukta bulunabilir. Bu yürüyüş terbiye yoludur benim için.
Bu yolculukta benim en çok düşündüğüm kavram “korku” oldu. Özellikle ormanlık alanlardaki dar çamurlu patika yollardan yürürken ağaç gövdelerinin arkalarında saklanan korku dolu çökük boşnak gözlerini düşünüyordum. Benim dost mu düşman mı olduğumu seçmeye çalışan tedirgin bakışların altında yürüyordum. İç hesaplaşmalar bu zamanlarda depreşiyordu; terazinin korku ve güven kefelerinin hangisine katkı veriyordum acaba! Ne kadar yabancıydım ben onlara? Yardım çığlıkları yoktu. Konuşmak yoktu belki gereksizdi, sadece bakışlarımızla birbirimizi süzüyorduk. Bana doğru uzanmaya çalıştıklarında onlardan korkmuş, ellerini tutmamıştım şimdi onların bana acıdıklarını mı düşünmeliydim merhamet mi beklemeliydim? Sis ve karanlık neden herşeyi görünmez yapmaz, toprak neden fire verir de herşeyi örtmez! Şahitlik çok zor o anlarda.
Yaşadığım tecrübe kısaca şöyle;
Marş Mira Türkiye ekibinin organizesi ile Saraybosna’dan Nezuk’a 3 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra akşama doğru vardık.
Boşnak askerlerin çadırları yeni kuruluyordu. Karanlığa kalmıştık ve yağmur başlamak üzereydi. Keşke biraz daha erken gelip çadırımızı kursaydık diye cümleler kuruyorduk ki çok şiddetli bir rüzgar ve beraberinde yağmur tüm kurulu çadırları alt üst etti. Yolculuğun ilk sınavı burada verildi.
Korktuk ama şükür ki kimse yaralanmadı ve yağmur-rüzgar bir süre sonra dindi. Sonrasında selamete vardığımızda iyiki çadırları erken kurmadık demeye başladık. İlahiler ve tören konuşmaları boşnakça yapıldı. Boşnak ilahinin ruhuma dokunduğunu hissediyordum. Genel organizasyonun biraz sıkıntılı olduğu görülüyordu. 24. yılı olmasına rağmen su, tuvalet, mescid gibi bir çok basit temel sorun çözülmemiş idi. Tabi yine de herkes bir şekilde çözüyordu sorunlarını.
O Nezuk’taki ilk gece tanışma anlama acemilik safhalarını doyasıya yaşadık. Sabah yola çıkıyorduk ve kendimizi buna hazırladık.
Sabah erkenden toplandık yanımıza alacağımız sırt çantaları dışındaki valiz ve çadır malzemelerimizi bir sonraki kamp yerine götürmesi için ortak bir araca yükledik. Bu işin organizasyon emektarlarına tekrar tekrar teşekkür etmek gerekiyor. Doğrusu biz malzemeleri bi yere bırakıyorduk diğer kamp yerinde alıyorduk müthiş bir kolaylık idi bizim için.
Nezuk’tan sabah vakti toplanıp çıktık, yakın köydeki camide toplandık. Burada yürüyüşün öncülerini ve törenin başlamasını bekledik.
Yol boyunca buna benzer bir çok köy görecektik. Camisi ve mezarlığı olan müslüman boşnak köyleri. Osmanlı izlerini mezarlıktan, evlerinden ve insanların geniş gönüllü davranışlarından anlayabilirsiniz. Bosna coğrafyası cennetten bir parça sanki. Dağlar, ormanlar, vadiler ve nehirler öyle güzel kombinasyonlar oluşturuyorlarki durup izliyorsunuz ya da sürekli fotoğraf çekerek yürümek zorunda kalıyorsunuz. Alabildiğine yeşilin fışkırdığı bu doğa harikası yerlerden geçerken buralara ölümü ve savaşı hiç yakıştıramıyorsunuz.
Yürüyüşün ilk rotası kısa ve kolay. Yaklaşık 22 Km uzunlukta. Muhtemelen herkes rahatça tamamladı. Yürüyüş güzergahının zemini, yolu uygun idi ve yağış da yoktu. Yürüyüşün ikinci gününün rotasının daha uzun ve çetin oldğunu söylemişlerdi. Doğrusu bu kadar beklemiyordum. Akşamdan yağan yağmur orman yolunu öyle bir yapışkan çamura dönüştürmüştü ki yürümek tırmanmak çok zor oldu. Oldukça yorucu geçen yaklaşık 28 KM lik bir yürüyüşten sonra kamp yerine vardık. Kamp yerine yaklaştıkça sanki o bizden uzaklaşıyordu. O derece yorucu idi yürüyüş. Kamp yerine vardığımızda yağmur hızını arttırmıştı. Sadece dinlenmek istiyorduk ve yine sabah oldu yürüyüşün son rotası için hazırlanmaya başladık. Son günün daha rahat olacağını söylemişlerdi. Yürüyüşün son rotasını değiştirdikleri ile ilgili bir duyum almıştık. Ve herkese sürpriz olan bir gelişme yaşandı. Daha önceki katılımcıların da tecrübe etmedikleri daha zorlu bir güzergahı tecrübe ediyorduk. Dar inişli çıkışlı orman yollarını yağmur altında yürüyorduk. Yol bir türlü bitmiyordu. Sanırım yaklaşık 30 km lik bir mesafe kat ederek Potaçari’ye vardık. Bu yürüyüş yolunun Srebrenica katliamından kaçan boşnakların kullandığı asıl yol olduğunu öğrendim. Bu son güzergahın yürüyüşü şimdi daha anlamlı idi ve yürümek konusunda beni daha çok motive etti. Yürüyüşün sonunda ayak parmaklarımın çoğu su toplamış dizlerim de ağrılar başlamıştı.
Yürüyüş esnasında işte tam da zamanı dediğimiz ikramlar vardı. Artık biraz dinlensem ve çay kahve içebilsem dediğim anlarda bir boşnak ailenin bahçesinde kendimi buluyordum. Yürüyüşün bazı noktalarında daha organize ikramlar oluyordu. “American People” jenerikli bir derneğin yürüyüşün üç rotasınında tam ortasına denk gelecek şekilde Su, Muz, Elma, Armut ikramlarını unutamıyorum. Buna benzer ikramlar her sene oluyormuş yani yolculukta yanınızda hiçbir yiyecek, su olmadan da kendinize yük yapmadan da hareket edebilirsiniz. Yine de tavsiyem sırt çantasında yedek tşörtler, ıslak mendil, yağmurluk, hırka-mont, enerji veren kuruyemişler ve çocuklara hediyeler olsun. İyiki almışım dediklerim bunlardı ve işe yaradı. Çocuklara hediyeler MarşMiraTürkiye organizatörlerinin çok takdir ettiğim incelikli çok yerinde düşünüşlerinin neticesi. Yol boyunca çocuklar görüyorsunuz ve bu yürüyüşü zihinlerine kazıyacak şey onlara verilecek bir hediyedir. Eminim bayram günlerinin harçlığı gibi bu yürüyüşü de hediyelerinden unutmayacaklardır. Hediye çalışması kadınları ve yaşlıları da kapsayacak şekilde geliştirilebilir. Ayrıca hediyelere rozet kolye bileklik vb daha kalıcı objeler de eklenebilir.
Yürüyüş esnasında bir çok farklı ülkeden kültürden insanla tanışıyoruz. Herkesin toleransı yüksek, kimsenin ötekine karşı bir gardı yok.
Yanında geçen herkese selam verip konuşmaya çalışmak çok sıradan bir olay. Ah konuşabilmek tabi ne kadar önemli! Yüzüne bakıp yakınlığını muhabbetini herşeyini anladığın o boşnaklarla konuşamamak büyük bir yara. Aynı kültür havzasında yüzyıllarca bulunduğun bu insanlarla konuşamamak beni çok üzdü. Ortak kelimelerimiz nerdeyse hiç yok. İngilizce, türkçe bilene denk gelirseniz şanslısınız, ya bilmeyip selam vermekle yetinip sadece bakıştıklarınız! Yolculuğun sonuna kadar ancak boşnakça beş kelime kadar (merhaba:zdrabo, nasılsın:kakosi, teşekkür:hvala, iyi:dobro, iyiyim:dobrosom ) öğrenebildim ve bu kadarın bile çok faydasını gördüm. Yürüyüşe katılmadan önce biraz kelime öğrenmenin çok faydası olacaktır çalışmaya değer. Vücut dili o kadar çok şey anlatıyor ki destekleyici 50-100 kelime harika muhabbetler çıkarabilir.
Filmin sonunu öğrenmek istemiyorsanız bunu yaşamak istiyorsanız bu paragrafı okumayabilirsiniz. Anlatmaya çalışayım.
Yürüyüşün sonunda Potaçari’ye giriş yaparken sağlı sollu kadınlar, çocuklar ve yaşlıların bizi karşılarken gökyüzüne verdiğimiz o resim gözlerimin yaşarmasına neden oldu. Neden bilmiyorum kendimi birden başka birinin ruhunu taşıyor gibi hissetmeye başladım. Farklı biriydim başka gezegenden belki, etrafımdaki insanlara yabancılaşmıştım. O an kendimi gururlu, saygın ve temiz hissediyordum. Bakışların daha çok ayaklarımıza olduğunu farkettiğim bir sahnede gözlerimi aşağıya kaydırınca tüm ayakların çamur içinde sürünerek hareket ettiğini gördüm. Mezarlarından ayaklanmış sessizce yürüyen mazlum boşnaklarmıydık biz? Kurban bizdik ve bize mi ağlıyordu ailelerimiz? Tüm yürüyüş boyunca çektiğimiz sıkıntılar bize bir şeyler anlatıyordu; belki de mazlum boşnakların yaşadığı korkunun sıkıntının kokusunu aldık ya da mezarlıktan geçerken duamıza amin dediler selamımızı aldılar bilemiyorum. Katılanlar hak vereceklerdir ki o son sahnede yaşanan o duygu her ne ise anlatılması kolay değil!
Akü fabrikasındaki fotoğraf sergisini gezerken yürüyüşün anlamını yeniden keşfettim. Yaşanan travmatik acının anlatılması gerçekten kolay değil.
Bu yürüyüş bu acıyı azda olsa hissettirmeye ve o acı dolu resimlere yaklaştırarak canlandırmaya çalışıyor. Zalimlere daha çok söverek veya mazlumlara sürekli acıyarak bu yaşanan travmayı atlatmak veya ders çıkarmak mümkün değil. Acıyı ortaklaştırarak yeni nesli ayrıştırmadan bir yol bulmak zorundayız. Kin ve nefret dolu bir nesil başka acılara neden olabilir. Srebrenica tarih olmuştur, doğru hatırlanması ve üzerinden hamaset yapılmaması gereken hassas bir konudur.
Bosnaya gelirken aklımda hep bilge kralımız Aliya vardı. Bosna’da ve Marş Mira’da onu göremedim. İzlerinin özellikle silinmeye çalışıldığı hissine kapıldım. Neden yoktu Aliya bilmiyorum. Kabri eski şehre karşı duruyordu ve O hep bosna’ya bakıyordu ama dönüp ona bakan niye yoktu, yürüyüşün ve Bosna’nın ruhu eksikti sanki. Bosna marşını dinlerken Aliya’nın bosnayı bir baba sevgisi ile korumaya çalıştığını hisediyordum. O görevini yapmıştı. Öyle olmalıydı ki kimsenin bilmediği Bosna tarih sahnesinde eskiye göre daha güçlü ve silinemeyecek izlerle var olmaya devam edecek.
Bu yürüyüşte bazı isimlere özellikle teşekkür etmem gerekiyor. Beraber yola çıktığım Abdurrahman hocama, yürüyüşte bana eşlik eden Murat kardeşime ve yürüyüşün bize bakan tarafında gönüllü organizatör olarak gördüğüm Mirza, Caner, Hakan, Elmas ve özür dileyerek ismini hatırlamadığım harika insanlara çok teşekkür ediyorum. Umarım bu yürüyüş organizasyonu böyle gönlü güzel insanlarla daha nice seneler devam eder ve bu gökkubbede güzel bir iz bırakılır.
06.07.2019 Gidiş, 12.07.2019 Dönüş, Saraybosna Marşa Mira Yürüyüşü ve Gezisi